Asma
Büyük Tufan'dan sonra Nuh ve adamları yeni bitkileri dikiyor. Sıra "asma"nın dikimine gelmiş... Demiş ki Nuh: "Yarım metre derinliğinde bir çukur kazın ve asma tohumunu içine koyun. Üzerine iki kürek toprak attıktan sonra bir kuş kesip kanını akıtın. Üzerine dört kürek toprak daha.. Sonra bir aslan kesin, kanını akıtın. Üzerine dört kürek toprak daha.. Arkasından bir eşek kesip onun da kanını akıtın. Sonra çukuru örtün..." Çevredekiler bir anlam veremedikleri bu "merasim"in nedenini sormuşlar Nuh'a... O da açıklamış: "Bakın, bu ağacın meyvesiyle soyumuz ilerde içki yapacak. İçkiyi içenler ilk başta kuş gibi cıvıldaşacaklar. İçmeye devam edenler aslan gibi kükreyecekler. Durmayı bilmeyenlerse eşekleşecek..."
Benzerliğin böylesi
Roma İmparatoru Sezar, kendisine çok benzediğini duyduğu bir köylüyü sarayına çağırtır. Gerçekten söylendiği kadar birbirlerine benzemektedirler. Sezar garip bir şaşkınlık içinde köylüye: "Anneniz siz doğmadan önce Roma'ya hiç gelmiş miydi?" diye sorunca, köylü sorudaki espriyi anlayarak: "Hayır efendim, annem değil de babam ara sıra Roma'ya uğrarmış," der.
Çivi izi
İsa, bir gün çölde gezinirken, ağlayan bir ihtiyar görmüş ve yanına yaklaşıp, derdini sormuş. ihtiyar: “Kaybolan oğlumu arıyorum, ama artık umudu kesmek üzereyim...” deyince İsa yaşlı adama acımış ve: “Oğlunu beraber arayalım... demiş ve sormuş: “Peki, oğlunu tanıyacağımız bir işaret, bir iz var mı? Mesela doğum lekesi filan...” İhtiyar: “Evet, oğlumun ellerinde ve ayaklarında çiviler vardı...” İsa’nın gözleri dolmuş ve haykırmış: “Baba!..” İhtiyar da haykırmış: “Pinokyo!..”
Adab
Padişah tedbili kıyafet gezerken çok güzel bir çingene kızına vurulmuş. Sarayda anlatmış. Vezirlerden biri kızı istemeye talip olmuş. Almış adamlarını kız istemeye gitmiş vezir. Kızın babası “Benim padişaha verilecek kızım yok” deyip tersyüz etmiş heyeti. Bu kez başvezir talip olmuş kız isteme işine. Aynı olay tekrarlanmış, süklüm püklüm dönmüş heyet saraya. Bu kez padişahın lalası (padişahın özel eğitmeni) kız istemeye talip olmuş. Padişah itiraz etse de almış adamlarını, gitmiş kızın evine. Adamlar girişmişler kızın babasına, allah ne verdiyse bir temiz dayak çekmişler. Adam “Aman lala paşam, ne olur vurma!..” Lala “Sen kim oluyorsun da padişaha kız vermiyorsun?” Adam “Aman lala paşam... Böyle usulune göre isteyen oldu da vermedik mi?..”
Renk
Osmanlı donanmasıyla Venedik donanması arasında savaş çıkmış. Venedik donanmasının komutanı Andrea Doria imiş. Gözcü osmanı donanmasının yaklaştığını fark edince hemen Andrea Doria'ya haber vermiş: “Osmanlı yaklaşıyoor.” Andrea Doria sormuş: “Kaç gemi var?” Gözcü: “10-20 kadar.” Komutan hemen emir erini çağırmış: “Oğlum bana hemen kırmızı gömleğimi getir.” Emir eri: “Niçin komutanım?” Andrea Doria: “Savaşırken yaralanacağız. Kan izi belli olmasın ve de askerlerin cesareti kırılmasın diye..” Bu arada gözcüden yine ses gelmiş: “Efendim 50 kadar oldular!..” Andrea Doria heyecanlanmış ve emir erine tekrar seslenmiş: “Gömleği boşver. Sen bana kahverengi pantolonumu getir!..”
Namık Kemal ile papaz
Namık Kemal bir arkadaşıyla parkta oturuyordu. Tam sohbeti koyulaştırmışlardı ki karşıdan bir papaz geldi. Sakalı da beline kadar sarkıyordu. Arkadaşı: "Bırak atıp tutmayı şair. Bu papazın sakalını kestirebilir misin?" dedi. "Kestiririm" Namık Kemal; papaza yaklaştı. "Afedersiniz papaz efendi. Sana bir soru soracağım. Yanıtını yarın verirsin..." dedi. Papaz "Sor bakalım" deyince Namık Kemal; "Yattığında sakalını yorganın altına mı koyarsın üstüne mi?" Papaz her zamanki gibi evine gitti. Gece oldu. Yattı. Sakalını yorganının üstüne koydu olmadı. Altına koydu, yine olmadı. Gece gözüne bir türlü uyku girmedi. Sonunda dayanamadı. Gece kalktı. Sakalını kesti. Ertesi gün papazı kiliseye giderken gören Namık Kemal, arkadaşına:
- Gördün mü?
- Görmesine gördüm. Senden korkulur valla!..
- Neden korkulur?
- Bereket versin papazın yalnızca sakalını kestirmek için iddiaya girmiştik. Ya başka yerini kestirmek için iddiaya girseydik!..
Mehter takımı
Bir gün cennetin kapıları şiddetle vurulmuş. İçeriden seslenmişler: “Kim o?” Dışarıdan gök gürültüsü gibi bir ses: “Biz İstanbul'u fetheden Fatih'in yiğitleriyiz!..” İçeriden “Hoşgeldiniz” diyerek kapılar ardına kadar açılmış ve yiğitleri buyur etmişler. Her şey çok güzel gidiyormuş. Ta ki, 40 yıl geçinceye kadar. Bir gün kapılar yine şiddetle çalınmış içeriden sormuslar: “Kim o?” Dışarıdan gök gürültüsü gibi bir ses: “Biz İstanbul'u fetheden Fatih'in yiğitleriyiz!” İçeriden “Hadi len! Onlar 40 yıl önce geldi! Siz kimsiniz?” Dışarıdan yine ses gelmiş: “Biz mehter takımıyız ancak geldik!..”
Kral, müneccim ve eşek
Eski çağlarda bir kral, hava durumunu öğrenmek amacıyla bir müneccim (yıldız falcısı) tutmuştu. Kral, günün birinde balığa çıkmaya karar verdi. Balık tutmak için en uygun yer, sevgilisinin oturduğu evin önündeki göl kenarıydı. Kral, sevgilisine güzel görünmek için yeni elbisesini giymek istiyordu. Ancak, yağmur yağar da elbise bozulur diye düşündü ve müneccime hava durumunu sordu. Müneccim: "Hayır, Majeste!" dedi. "Bir damla yağmur yağmayacak; merak etmeyin." Kral, içi rahat olarak giyindi ve yola çıktı. Bir süre sonra karşısına bir köylü çıktı. Yanında eşeği yürüyordu. Köylü, krala selam vererek: "Aman majeste!" dedi. "Güzel elbisenizin bozulmasını istemiyorsanız, hemen saraya dönün. Çünkü müthiş bir sağanak yağmur geliyor." Kral: "Nasıl olur? Az önce müneccime sordum. Bir damla yağmur yağmayacağını söyledi" dedi." Bu iş için keselerle altın verdiğim adama mı inanırım, yoksa sana mı?" Kral yoluna devam etti. Fakat çok geçmeden köylünün dediği çıktı. Yağmur, bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Zavallı kral sırılsıklam olmuştu. Onun bu halini gören sevgilisi de kahkahayla güldü. Kral, saraya döner dönmez ilk olarak müneccimi kovdu, sonra da köylüyü bulup getirmeleri için emir verdi. Köylü gelince, kral onu müneccimbaşı tayin ettiğini söyledi. Fakat köylü boynunu bükerek: "Ben müneccim değilim Efendimiz" dedi. "Yağmur yağacağı zaman eşeğim kulaklarını indirir. Bu sefer de o kadar indirmişti ki, yağmurun sağanak halinde yağacağını anladım."
Yalan
Padişahın biri, “Bana yalan söyleyebilene bir küp dolusu altın vereceğim!'' demiş. Yalancılar, hemen saraya koşuşturup başlamışlar yalana;
- Bir kuş, aslanı kapıp yuvasına götürdü.
- Bunun neresi yalan?.. Kuş kartaldır, arslan da kuzu kadar minik bir yavru. Kaptı mı götürür tabii!..
-Komşu ülkede bir eşeği kral yaptılar!..
- Ülkenin kralı, pencereden bakınırken taçını düşürmüş. Taç da pencerenin altındaki eşeğin başına geçmiş. Taç kimin kafasındaysa, kral odur tabii!..
- Padişahım, ben gökyüzüne bir ok attım. Altı ay sonra geri döndü!
- Senin ok bir ağacın üstüne düşmüştür. Ağaç, sonbaharda yapraklarını dökünce, takılacak yer bulamayıp yere inmiştir.
Böylece padişah, her yalana gerçek bir bahane bulmuş ve kimse padişaha bu yalandır dedirtememiş. Bir gün kayserili gelmiş;
- Sen benim babamdan borç olarak bir küp dolusu altın almıştın. Geri almaya geldim. Yalandır dersen ödülümü ver. Yalan değil dersen borcunu öde!..
Olasılık
2. Dünya savaşında 2 yahudi almanlara esir olmuş. Bunlardan biri diğerine kendilerine ne yapacaklarını sorar. O da başlar anlatmaya "2 ihtimal var: ya bizi öldürürler ya da esir kampına yollarlar. Öldürürseler sorun yok kampa gidersek 2 ihtimal var: ya kurşuna diziliriz ya da gaz odasında öldürülürüz. Kurşuna dizilirsek sorun yok gaz odasına gidersek 2 ihtimal var: bizden ya sabun yaparlar yada kağıt. Sabun yaparlarsa sorun yok kağıt yaparsalar 2 ihtimal var: ya gazete kağıdı oluruz ya da tuvalet kağıdı. Gazete kağıdı olursak sorun yok tuvalet kağıdı olursak... İşte o zaman boku yedik".
Asena
Türkleri Ergenokon’dan çıkaran dişi kurt, büyük yürüyüş başlamadan boyun başına sorar; “Peki ama benim bu iştin çıkarım ne olacak?” Boy başı; “Efsane olacan, daha ne!..
Einstein
Einstein (aynştayn) bir toplantıda izafiyet teorisini anlatmaktadır. Konferansa katılanlardan biri; “Anlayışım ve mantığım görmediğim şeyleri asla kabul etmez!” der. Einstein adama dönüp; ”Siz de anlayış ve mantığınızı şu masaya koyun da onlara sahip misiniz, değil misiniz görelim!..” der.
Boşuna
Şaire, bir dostunun sağda solda "Ben hiç şair tanımadım, hiç şiir okumadım!" dediğini yetiştirmişler: "Eyvah!" demiş: "... desenize bizim bugüne kadar imzalayıp kendisine verdiğimiz kitaplar boşa gitmiş!.."
Hizmet
Müridlerden biri, şeyhine gelip rica etmiş: "Benim oğlumu iftira yüzünden hapse attılar, yardım et de kurtulsun!" Şeyh başını sallamış: "Biz dünya ile ilgili işlere karışmayız!" Müridi, öbür dünyayı garantiye almak istemiş: "Bari öbür dünyada bize yardım et, ahirette bizi yalnız bırakma!" Şeyh; "Allahın işine karışmak benim ne haddime?" Mürid dayanamamış: "Be adam, bu dünyada yardım etmiyorsun, o dünyada etmiyorsun, peki, o halde biz sana niye eşekler gibi hizmet edelim?..
Atası, babası
Fransız romancı Paul Bourget, Mark Twain’e
- Bence, bir Amerikalı’nın canı sıkılınca, zaman geçirmek için atalarını bulmaya çalışsın, yeter... Tabi büyükbabasından öteye gidebilirse!
Mark Twain hemen yanıtlamış;
- Bir Fransız da, canı sıkıldığında babasının kim olduğunu araştırsın... Tabi bulabilirse!..
İçki
4. Murat içki içmeyi yasaklamış. Bektaşi yasaktan kurtulmak için denizde içer gelirmiş. Bir gün 4. Murat ve veziri tedbil-i kıyafet dolaşmaya başlamışlar. Bektaşinin sandalına binmişler. Bektaşi denizde içkisini içerken "Siz de içer misiniz?" diye sormuş. Onlar da "Evet..." deyince birer kadeh vermiş. Padişahla veziri içkiyi içtikten sonra kimliklerini açıklamışlar. Bektaşi demiş ki; "Daha 1 kadeh içtiniz, biriniz 4. Murat'ım diyor, biriniz veziriyim... 2 kadeh içseniz biriniz allah, biriniz peygamberim diyeceksiniz!.."